18 Nisan 2023 Salı

KARŞILAŞMA / ENCOUNTER
"GENIUS LOCI"



“Yola bir kez çıkmış kişi, dursa bile, artık, hep, yolda kalacaktır. Yönde yoldur,  yer de..."
                                                                          
 
            "Someone who has setoff once, will always stay on the road, even if they stop. The
               direction is the way so as the place..."                                                                                                                                                                                                      Oruç Aruoba                                





   
    


“Yola bir kez çıkmış kişi, dursa bile, artık, hep, yolda kalacaktır. Yönde yoldur, yer de…”

                                                 Oruç Aruoba

 

Kuzey Mezopotamya toprakları üzerinde bulunan ve çok katmanlı bir kültürel yapıya sahip olan Mardin kenti, tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Din, dil, kültür ve mimarı anlamında zengin bir çeşitliliğe sahip olan bu kent, günümüzde de farklı sanat disiplinleri ve sanatçılar için daima ilham verici olmuştur.  İnsanoğlu, tarihi boyunca yaşamak ve barınmak için çeşitli mekânlara ihtiyaç duymuştur. Fakat bu alanlara barınmanın da ötesinde bir bakışla bir takım anlamlar da yüklemiştir. Mardin kenti de bu anlamda, yüzyıllar boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış ve bu medeniyetlerin oluşturduğu anlam katmanlarıyla beslenmiştir.

Genel anlamıyla “yerin ruhu” anlamına gelen Latince bir terim olan Genius Loci terimi Projenin ana konusu olan Göç kavramına ele alış şeklimi belirler niteliktedir. Aynı zamanda mimari ve tarihsel özellikleriyle hafızalarda derin izler bırakmış yerleri tanımlamak için kullanılan bu terim, benim Mardin kenti ile kurduğum psikocoğrafik bağları desteklemektedir. “Karşılaşma” adlı proje için ürettiğim bu çalışmalar; hareket halinde olma, yürüme, keşfetme, yer değiştirme ve kaybolma kavramlarından ilham alınarak ortaya çıkarılmıştır. Oruç Aruoba’nın da dediği gibi: “Öyleyse önemli olan, bir yerde bulunmak değil, bulunduğu yerin bilincinde olmaktır, aynı şekilde, yolda olmak değil, yürüdüğü yolun bilincinde olmak… Yerde, yönde, yol da bilinçtir.”                   

Göç en yalın tanımıyla bir kişinin kendi isteği ya da bir zorunlulukla yer değiştirmek zorunda kalmasıdır diyebiliriz. İnsanlık tarihi boyunca politik nedenlerle, felaketler ya da kişisel nedenler dolayısıyla insanoğlu bir yerden bir yere hareket etmek, bulunduğu yeri terk etmek varlığını başka bir yerde sürdürebilmek için göç etmiştir. İnsanlar bir yerden bir yere göç ettiklerinde eğer şanslılarsa altına girebildikleri bir çatı bulabilirler. Ancak bu çatı hiçbir zaman onların kendi evlerinin çatısı değildir. Bu çatı, o göç yolunun bütün hafızasını taşıyan ve çatlaklarla dolu bir haritadır. Bende geçtiğim yolların haritalarıyla benzer bulduğum bu çatı çatlaklarının sıva çizgilerini metaforik bir anlatım bağı kurarak eşleştirdim. Bu çatlakların arasında yolunu ve yemini bulmaya çalışan beyaz güvercinler de, uçabilecekleri kanatları olan ancak hep köklerine ve yuvalarına dönmek istediklerinden bu haritaların üzerinde hareket eden insanları temsil eder gibidir.

Psikocoğrafik algı ile Mardin’i deneyimlemek, mekânlara yüklediğim kişisel anlamlarla ’yer’ in psikolojik bağlamını da kendiliğinden üretmiş oldu. Böylelikle bir kente ve göç kavramına dair  bir deneyim, yürüme eyleminin kendisi ile iç içe geçmiş oldu. İnsanların geride bıraktıkları mekânlar, genius loci ve benim üzerimde bıraktığı etki aracılığıyla kurduğum kişisel bağlar da projenin temelini oluşturdu.

Gözde Yenipazarli, 2022, İzmir




HAT: 59 YEŞİLOVA  / LİNE: 59 YEŞİLOVA









“Saklı Şehir Yeşilova Höyüğü’ne Doğru”

İzmir kentinin Bornova semtinde yer alan ve Batı Anadolu arkeoloji ve kültür tarihi açısından önemli bir yere sahip olan Yeşilova Höyüğü’ nün yerleşim tarihi 8500 yıl öncesine dayanmaktadır. 2003 yılında tesadüfen bulunan höyük kalıntıları, 2005 yılında bölgede başlanan ve halen devam etmekte olan kazıların başlangıç noktası olmanın yanı sıra, geçmişin bilgeliğinin, günümüze ve geleceğe tuttuğu bir fener gibidir.

İzmir Poetik İnisiyatifi olarak gerçekleştirdiğimiz “Hat 59” Projesi,  İzmir’in en eski yerleşim yeri olan Yeşilova Höyüğünü psikocoğrafik bir duyarlıkla yeniden keşfederek, izleyiciyle buluşturmayı amaçlamaktadır. Bu yolculuk sadece bir otobüs hattı ve yürüyüş yolculuğu değil, “saklı bir şehre” yapılan bir zaman yolculuğunun dışavurumudur.

“Hat:59” Projesi kapsamında gerçekleştirdiğim fotoğraf projesinin odak noktası, kentleşme ve Yeşilova höyüğü ilişkisidir. İzmir kent merkezinde yer alan Yeşilova Höyüğü, günümüzde şimdinin “modern” olarak adlandırılan mimarisinin ortasında kalan bir sıkışmışlık içerisindedir. Proje, betonlaşmanın her geçen gün büyük bir hızla ilerlediği ve geçmişin izlerini küçük alanlara sıkıştırıp yutmakta olduğu gerçeğine vurgu yapmaktadır. Betonlaşma, aynı şekilde günümüz sosyokültürel ve de estetik yaşamını da küçük alanlara sıkıştırmaktadır. Dolayısıyla proje, bu bağlamdaki gelecek kaygıları anlamında da farkındalık yaratmayı amaçlamaktadır.

Gözde Yenipazarlı, İzmir, 2021

 

Line: 59

“Towards the Hidden City Yesilova Mound”

 

Yeşilova Mound, which is located in the Bornova district of Izmir and has an important place in Western Anatolian archeology and cultural history, dates back to 8500 years ago.  The remains of the mound, which were found by chance in 2003, are like a beacon that the wisdom of the past holds to the present and the future, as well as being the starting point of the excavations that started in the region in 2005 and are still continuing.

 The "Line 59" Project, which we carried out as the Izmir Poetic Initiative, aims to re-discover the oldest settlement of Izmir, Yeşilova mound , with a psychogeographic sensitivity and bring it to the audience.  This journey is not just a bus line and walking journey, but an expression of a time travel to a "hidden city".

 The focal point of the photography project I create within the scope of the “Line:59” Project is the relationship between urbanization and Yeşilova mound.  The mound, located in the city center of Izmir, is squeezed in the middle of today's so-called "modern" architecture.  The project emphasizes the fact that concretetion is progressing at a rapid pace with each passing day and that it is squeezing and swallowing the traces of the past into small spaces.  Concretetion also compresses today's socio-cultural and aesthetic life into small spaces.  Therefore, the project aims to raise awareness in terms of future resources in this context.

Gözde Yenipazarlı, İzmir, 2021


Gezintiler Zamanı

İnsanların yaşadıkları mekanla, dünyayı anlamlandırma arasında mutlak bir ilişki vardır.  Bu ilişki 2020 yılının Mart ayından beri içinde bulunduğumuz Pandemi sürecinde daha da görünür hale gelmiştir. Bu süreç bize, içinde bulunduğumuz ama görmediğimiz, büyük sandığımız fakat küçük dünyalarımızı farkına vardırdı. Ne kadar dar alanlar içerisinde hayatta kalmaya çalıştığını bizlere hatırlattı. Karantina süreçleri boyunca apartmanlarda yaşayan şehirliler, kendilerine apartman bahçelerinde oturma alanları yarattılar ya da var olan mekanları yeniden keşfettiler. Apartman aralarında çoğu zaman görmezden gelinen aslında bu “terkedilmiş” mekanlar bir anda “nefes alan”ları haline dönüştü. İzmir Poetik Sanat İnsiyatifinin ilk projesi olan “Gezintiler Zamanı” için üretilen bu fotoğraf serisi Karşıyaka’nın Bostanlı semtindeki apartman bahçelerinde bulunan oturma alanlarının bir tipolojisi ve psikocoğrafik bir yolculuğun keşiftir.


There is an absolute relationship between the place where people live and the meaning of the world. This relationship has become even more visible during the Pandemic process that we have been in since March 2020. This process made us aware of our small worlds, which we think we are in but do not see, and which we think are big. It reminded us of how narrow spaces he was trying to survive. Urban residents living in apartments during the quarantine period created sitting areas in their apartment gardens or rediscovered existing spaces. In fact, these “abandoned” spaces, which were often ignored between apartment buildings, suddenly turned into “breathing spaces”. Produced for the first project of the Izmir Poetic Art Initiative, "Time of Walks", this photo series is a typology of living spaces in the apartment gardens in the Bostanlı district of Karşıyaka and an exploration of a psychogeographic journey.

Gözde Yenipazarlı, 2021






30 Ocak 2022 Pazar

 FEMALE STATE OF STREET


                                                                                                                            Berlin, 2013

exhibition link : https://vimeo.com/518592237




On The Road...


                                                                            London,2019
                                                                        Marsilya, 2018
                                                                                                                                  London,2018

                            Self- Portrait, London, 2018

 

29 Ocak 2022 Cumartesi

 WALKING ANYWHERE

GÖZDE YENİPAZARLI

Nafi Güral Sanat Galerisi, 2017, İzmir

 Walking Anywhere, 100x1500 cm, C-Print, London, 2016

Walking Anywhere, 100x1500 cm, C-Print, London, 2016

Walking Anywhere, 100x1500 cm, C-Print, London, 2015

Walking Anywhere, 100x1500 cm, C-Print, London, 2016

Walking Anywhere, 90x90 cm, C-Print, London, 2016

Walking Anywhere, 90x90 cm, C-Print, London, 2016

Sergiden görünüm









Londra & walking anywhere

 

 MÜMTAZ SAĞLAM 

 

“Toplumsal ve kültürel alanı çalışan, elde ettiği görsel detaylarla gündelik hayatı belgeleyen bu bakış, insan hikâyeleri üzerinden anlatıya derinlik katmakta, anları zaptederek ve mekânsallaştırarak Londra’yı aşkın bir gerçeklik olarak karşımıza çıkarmaktadır.”

Günümüzün büyük kentleri, karmaşık, katmanlı ve çok boyutlu bir yapı olarak karşımızdadır. Heterotopik bir bütünlük içindeki bu sorunlu yapıların, kendine bulaşma çabası içindeki her bireye farklı ve zorlu deneyimler sunması kaçınılmazdır. Yine de bu süreçte psişik gerekçelerle oluşan mesafenin aşılması; belirgin kodlarla örülmüş bir kent dekoru önünde pazarlanan parıltılı ve gelip geçici bir şimdi’yi herkesin paylaşması mümkündür.

Bu noktadan bakıldığında, özellikle Londra’nın; her gezginin kişisel tarihine iz bırakan farklı bir potansiyele sahip olduğu görünmektedir. Neredeyse birbirinin aynı olan sıralı düzendeki evleriyle; dahası kenti sarıp kuşatan kırmızı/sarı tuğlalarla örülmüş mimarisiyle ve onu bütünleyen cam ve çelikle kurulan bu mekânsal tipoloji, cadde ve sokaklarda süren hayatın temsiline uygun imkânları fazlasıyla içermektedir. Kentsel dekoru arka plana alarak bir bakıma öteleyen Gözde Yenipazarlı, esasen bu mekânlarda sahnelenen gerçek/alternatif durumlarla ilgilenmektedir. Tespit ettiği anlar, yer yer duyumsal bir sertlik ile insanî bir sıcaklığın izini sürmekte; İngiliz tarzı hayatın dışında kalan ya da onu tamamlayan ayrıntılara özellikle dikkatleri çekmektedir.

 Gözde Yenipazarlı’nın yaratıcı gözlem deneyimi; yaşanan an’ı arzulayan ve belgeselleştiren bir yaklaşımdır öncelikle. Londra’yı dinamik bir karma kültürel mekân olarak gündelik hayatın dinamizmi bağlamında içerden yansıtma derdindedir. Elde ettiği sonuçlar, sıradan görüneni son derece içsel, ilginç ve kişisel bir tarz ile ortaya koyabilme becerisinden kaynaklanmaktadır. Dahası buna anlatısal bir nitelik kazandırarak, estetik vurguları öne çıkaran bir gerçekçilik ile herşeyden önce marka değeri taşımayan mekânlara ilişkin küçük yaşantılara yönelmektedir.

 Kenti birkaç kez ziyaret edenler ya da bir süre orada yaşayanlar bilir ki; bir gezgin olarak, Londra ile yüzleşmek; ancak simgelerle örülen bir ilişkiler sisteminden koparak, değişik bir program ya da rota geliştirmekle mümkündür. Hedefe müze, meydan, köprü ya da bina gibi bildik mekanları koymadan girişilen bu proje, ancak queer mekânların takibi ya da keşfiyle; simetrik olmayan kayboluş hikâyeleriyle anlam kazanır. Burada elde edilen öznellik, Gözde Yenipazarlı’nın çektiği kareler kadar, kendi seyir ritüeline tesir eden, hiç kuşkusuz talepkâr ve sıra dışı görünen bir keşif isteğiyle alâkalıdır. Böylece fetişleşen unsurlar, tuhaf ve kirli detaylar, arka planlar ile birlikte, yaratıcı ve karmaşık bir yorumun/bakışın izleri haline gelir. Görüntüye hacimsel bir yoğunluk ve gerilim katan bu yaklaşımın, poz’a yönelik yarattığı arzu çok açıktır. Kompozisyon bilgisi ve endişesinin de bu noktada açık bir duyumsal çekicilik sağlaması, görüntüye esaslı bir derinlik kazandırması normaldir. Dahası ışık ve gölge etkileriyle, bu yorumun yoğun ve sert bir radikalleşmeye dönüşme olasılığı da oldukça yüksektir. Ve bu radikal tavır, Londra’nın yapısal alanını saran bir farklı bir duyumsamadan gücünü alır. Anlatı klişelerini ters yüz eden bir riskli bir ilişkilendirme çabasının esas dinamiğini oluşturur. Mekân ve olayların kentli bir ölçekte, zamandan kopuk bir şekilde ilişkilendirilmeleriyle melez bir konuma evrilir. Bu yüzden; bu fotoğraflara, rastlantının önceliği yerine, stratejik bir görme ve biçimleme hadisesi, plastik hale gelen bir üretim pratiği olarak bakılmalıdır.

 Öte yandan; Gözde Yenipazarlı’nın objektifinde ortaya çıkan görsel boyut, hiç de steril olmayan bir gündelik evreni yansıtmaktadır. Londra imgelemini başkalaştıran ironik bir gösterimdir bu. Mesafe endişesini ortadan kaldıran bir buluşma hadisesi halini alarak dışavurumcu bir nitelikle ifade edilmektedir. Daha çok geri planda tutulan metropolün, özgürlük bilincini besleyen paradoksal pek çok duyumu kışkırtma olasılığını da bu aşamada doğru anlamak gerekir. Londra bu bakımdan iri ve büyük bir mutluluk üretimi merkezidir. Dolayısıyla; cinsiyetçi kodlarla örülmüş karma-karışık hikayelerini, devlet-toplum ve birey ilişkilerini gücün denetimi düzleminde çözen farklı bir gökyüzü sunmaktadır. Belki de bu yüzden, Gözde Yenipazarlı’nın da odaklandığı bu hayat, arzu üreten imge ve simge örüntüleriyle dolu; bunları keşfetme ve orada olma güdüsüyle tamamlanmayan bir düşünsel-psikolojik bir mesele olarak vücut bulmaktadır. Ancak iyi bir zamanlama ile gerçekleşen, öznel vurgular ve müdahaleler sonucu, bu girişim başka anlamlar kazanabilir. Nitekim Gözde Yenipazarlı, yer yer uç noktalara taşıdığı görme ayrıcalığını resimsel bir endişeyle başkalaştıran yaratıcı bir yaklaşım ve kentsel yorum çabası içindedir. Bir bütünleşme hikâyesini canlandıran bu fotoğraflar, gündelik hayatın ritmini bozmadan dış-mekân aralıklarına sirayet ederek adeta yeniden gösterilen; çok kültürlü yapı ya da dokuyu, sessiz ve suskun karelerle betimleyen özel bir Londra Albümü’nün sayfaları halindedir. Kenti psiko-coğrafik bir alan olarak kavramakta, bir akış ritmi içinde cadde ve sokaklara yansıyan ruh halini yakalamaktadır.

 Tabii ki, Londra pitoreskinden bu görüntüleri türetmek; kentle kurulan duygusal ilişki neticesinde, baştan çıkarıcı bir gezi deneyimine girişme kararlılığıyla mümkün olabilir. Genel tipolojinin uzağında biçimlenen bu buluşma; tam da bu nedenle, caddelerin kör parıltısını, düzensiz bir karışımını, tarih-toplum ve kültür referanslarıyla biçimlenen bir üslûpla belgeleyen başarılı bir pratiğe dönüşmektedir…


 İzmir, Ekim 2017


-------------------------------------------------


Kültürel belleğin akışkan mekânı / Londra

 

GÜLAY YAŞAYANLAR


Gözde Yenipazarlı, Londra’da süregiden gündelik hayatı yerinde ve yürüyerek keşfetme eğilimindedir. Büyülü bir kenti duyumsama yaklaşımı içinde çektiği görüntüler, toplumsal dokudan ara kesitler sunan aktivist bir eylemin sonuçları gibidir. Burada mekânlara sıkışıp kalmış, kentin kendine has kültürel hayatına ilişkin vasıflı örneklere kaynaklık eden; fotografik bakışa yön veren dinamiklere ve dolayısıyla sonuca yansıyan, yaşantı içeriğine ve yoğunluğuna da ayrıca temas etmek gerekir.

 

Londra; her şeyden önce teorik bir üretimin merkezi ve nesnesidir. Sanki, yazılı bir metinden oluşan, sürekli bir enerjinin salındığı ya da her an yeniden üretilebildiği akışkan bir mekândır. İnsanların bir arada yaşadığı bu muazzam ama denetimli yığında, gerçekten de hayat, sanatsal bir yoğunluk kültürü’yle harmanlanmaktadır. Bilinçdışı katkılarla oluşan entelektüel birikim, hem kültürel yapıyı hem de sanat algısını hızla dönüştürmekte, bunu kontrol eden bir iktidar vurgusunu ise şiddetle hissettirmektedir. Bu kapsamda önerilen kamusal alanlar, kentin hayat tarzı ve kimliği hakkında son derece fazla bilgiyi barındırmaktadır. Burada kültür mekânları arasında sıkışıp kalan, yani tedirgin edici bir aralıkta hem içerde hem de dışarıda tutulana da kucak açan hegomonik bir yapı inşa edilmektedir.

 

Londra aynı zamanda; yeni-modernist tereddütlerin incelikle hesaplandığı, tutkuların ve geleceğe yapılan yatırımların düşünsel gerekçelerinin üretildiği kültürel bir stüdyoyu andırmaktadır. Entelektüel üretimin konumlandığı müze ve galeriler, gündelik hayat içerisindeki sanat tüketimi talebini bütünüyle karşılamaya hazırdır. Bellek ve zamanın izlerinin birbirine karıştığı ilişkisel bir ağ, farklı bir göstergeler dizisi üzerinden kenti gezenleri kendine bağlar. Sanatsal ivmeyi yakalama ve kaydetme telaşı, aslında buradaki makro kosmos’a dahil olma deneyimidir. İnsana ve tepkilerine duyarlı hale gelen kent, içten içe derinleşen etkileşimli yapısıyla, tıpkı travmatik bir bedene dönüşen büyük bir müzeyi andırır. Dahası, kültürel rekabetin doğası gereği bir yandan gelecek planlanırken, diğer yandan kültürel programların iyimserliği içinde güncel tartışmaları tarihsel bir arka plana iteleyen parodik sunumların (bir pazarlama stratejisi olarak) şıklaşan kurgusu ürküntü yaratmaktadır.

 

Londra’da insanlar aslında post-kapitalist durumlarla yüzleşmektedir. Özellikle kültürel beklentilerine karşılık ararken, metropollere özgü endüstriyel yatırımlara ilişkin tartışmalara tanık olur. Bu nedenle sanatsal ve kültürel yapılanma ile ekolojik doku ilişkisi, sözgelimi sorunlu bir alan olarak öne çıkmakta, sosyal etkinlikler ve nefes alma alanları incelikle düşünülerek planlanmaktadır. Londra’nın demografik yapısıyla ilişkili talepler doğrultusunda her gün için tasarlanan zihinsel programlar, hiç olmadığı kadar hızlı işlemektedir. Bu nedenle, ara zamanlarda ve ara yerlerde tüketilen kültürün niteliğinin ne düzeyde olabileceğini bile kestirmeye çalışan bir kültür mühendisliği sanki devrededir. Kozmopolit yapının farklılığı ile tüketilen sanata yönelik projeler üzerinden kente sağlanan katkıların sorunsallaştırıldığı önemli tartışmalar yaşanmaktadır bu kentte…

 

Entelektüel üretimin ve ahlâkın her gün daha estetize bir hal aldığı Londra’da, emek harcanarak elde edilen üretimin biçimlenişine dair oluşan sanatsal öngörü, bir tasarım sorunu ya da esaslı hakikât olarak önem kazanmaktadır. Endüstriyel gerekçelerle çatışan durumları ve emek süreçlerini anımsatan tarihsel ve kurumsal tartışmalar ya da belirlenmiş diğer pek çok şey, sürekli değişen ve dönüşen kültürel belleğin dayanakları olarak hala çok değerlidir. Ve yeni sorular için ise yeterince kışkırtıcıdır: Evet; Londra’ya özgü bir arzu haritası yapmak mümkün müdür? Biçimsel olarak gördüğümüz şeyler ile Londra’ya has gerçeklik sorunsalı, toplumsal düzeyde farklı isteklere mi yanıt vermektedir? Yani mekânlar, nesneler, olgular ve durumlar üzerinden gelişen birtakım alt dinamiklerle kenti değerlendiren bir duyarlığı geliştirmek yeterli midir? Londra’nın gelecekteki hayatının ne olacağı, ne tür değişikliklerin yaşanabileceği kestirilebilir mi? Londra’ya özgü gerçeğin içeriğinden bahseden ve şimdiden adil olan herhangi bir metin yazılmakta mıdır örneğin? Oscar Wilde, Bernard Shaw, Wirgina Wolf ya da George Orwell’ın Londrası’nın, artık kent üzerinde söz sahibi olmayan sınıflarla, zihinsel emek üzerinden gelir sağlayan nitelikli grubun eriştiği bir bilgi ya da ideal olması paradoksal bir durum değil midir? Belki de bu nedenle Royal Academy’den mezun genç sanatçıları birer meta haline getiren Londra; deyim yerindeyse William Turner’in sisli ve bulanık fırtınalarında kendini bulmaya çalışmakta gibidir. 

 

Ayrıca eklemek gerekirse; kent ile birey arasındaki duygulanımların artışı ile ters orantılı bir biçimde gelişen ve mesafe yaratan bu boşluk duygusu, giderek bir soruna dönüşecek midir? Yeni kültürel sorumluluk, Damien Hirst’un heykelini sahiplenmeyi önerirken, kamusal alandaki bu radikal dönüşüme (Shard örneğini anımsayalım) ne yanıt verileceğini hep birlikte göreceğiz. 

 

Sonuçta; kültürel hiyerarşinin her gün artarak güçlendiği Londra, yeşil dokuya sinen manolya, ve zambak gibi kokuların eşliğinde insanların yaşama özlemlerinin değişmez erotik mekânı olmaya devam etmektedir. Burada; seçilmiş özel imgelerle savrulan zaman, yaşam alanlarını dönüştüren yeni temsil stratejilerinin turistik önemini ve devamını sağlamaktadır. O yüzden de; bilinçdışını istilâ etmeye yönelik kırmızı üzerinden işleyen bu tür temsillerin, psişik yaptırımlarla özdeş hale gelmesine şaşırmamak gerekir.

 İzmir-Londra, Kasım 2017


 


 

 


 

GİZLİ, GEÇİCİ ,SAHTE
SECRET, TEMPORARY, FAKE


Curator: Gülay Yaşayanlar 
instagram @saglamart



Gözde Yenipazarli, Untitled, 100x350 cm, C Print, İzmir